İftar Lokması | Regaib kandil sohbet1 | MÜBAREK ÜÇ AYLAR | ERBAIN-40.GÜN NIYAZI | HZ HÜSEYIN CAN ASI | Muharrem sohbet 28 | Muharrem sohbet 27 | Muharrem sohbet 26 | Muharrem sohbet 25 | Muharrem sohbet 24 |

KATEGORİLER

ANKET

YORUMLANANLAR

 
 
 
Yakin
 
 
32. Hadis

04/02/2008

Hz. sadık (a) şöyle buyuruyor: "Müslümanların yakininin sıhhati Allah'ın gazabı pahasına insanları razı etmemesi ve Allah'ın verdikleri üzere onları kmamamasıdır. Zira rızkı ne harisin hırsı getirir ve ne de istemeyenin istememesi o rızkı yok eder. Sizden birisi ölümden kaçtığı gibi rızkından kaça­cak olsa yinede kendisine gelip çatan ölüm gibi rızkı kendisi­ne gelip çatacaktır. Allah-u Teala adaletiyle ruh ve rahatlığı rıza ve yakinde karar kılmış, gam ve hüzünü ise şek ve ga-zabta karar kılmıştır." (Usul-i Kafi c/2 s/57 İman ve Küfür kitabı İkinci Hadis)

ŞERH

Biz konuyla ilgili açıklamaları birkaç fasıl zımmında be­yan etmeye çalışacağız.

Fasıl

"Allah'ın verdikleri üzere onları kınamayınız" sözünün iki ihtimali vardır. Birinci ihtimal şudur ki insanlar kendisi­ne birşey vermeyecek olursa onları kınamamalı ve şikayette bulunmamalıdır. Zira bu Allah'ın takdiratı ve kudreti altında olan birşeydir. Ve Allah-u Teala hakikatte o ihsanı kendisine takdir etmemiştir. Yakin ehli olan bir kimse bunun ilahi bir takdir ol. duğunu bilir. Dolayısıyla da hiç kimseyi kınamaz. Ve bu ihtimali muhakkak Feyz-i Kaşani beyan etmiştir. Mu-haddisi Meclisi de bu görüşü takviye etmiştir. Feyz-i Kaşa-ni'nin verdiği başka bir ihtimal şudur ki, "Allah'a Teala'nın insanlara verdiği şey sebebiyle insanları kınamamasıdır. Zi­ra Allah-u Teala insanlara farklı şekilde ihsanlarda bulun­muştur ve dolayısıyla da bu hususta hiç kimseyi kınamama-lıdır." Nitekim bir rivayette şöyle yer almıştır: "Eğer insan­lar Allah'ın kendilerini nasıl yarattığını bilseydi hiç kimse başka birini kınamazdı." Bu hususta Aileme Meclisi de şöyle buyuruyor: "Özellikle de rızkı, harisin hırsı getirmez." sözü­ne bakılacak olursa bu ihtimalin uzaklığı daha da iyi anlaşı­lır."

Yazara göre ise bu ikinci ihtimal birinci ihtimale göre da­ha münasibtir. Özelliklede mezkur sebebe bakılacak olursa bu dalıa da iyi anlaşılır. Zira insanları kınamak rızkın onların elinde olduğu takdirde sahihtir. Dolayısıyla insan bütün gücüyle çalıştığı takdirde rızkı elde etmeyecek olsaydı insan­ları kınama hakkı olurdu. Ama yakin ehli olan kimse rızkın Allah'ın takdirinde olduğunu ve hiçbir harisin hırsının rızkı celbedemediğini çok iyi bilir.

Fasıl

Bilmek gerekir ki birçok hadis ve ayetlerde rızkın mukad­der ve taksim edilmiş ol duğu beyan edilmiştir. Ama bunun insanları ticarete, kesbe, geçimini kazanmaya teşvik eden hadislerle hiç bir aykırılığı ve munafatı yoktur. Hatta bunu terk etmeyi mekruh saymış ve terk edenleri kınamıştır ve rı-zık talebinden geri kalanların duasının kabul olmayacağı be­yan buyrulmuştur. Dolayısıyla Allah-u Teala da böyle kimse­lere de rızık vermeyecektir. Bu hususta hadisler oldukça çok­tur. Biz sadece bir kaçını zikretmekle yetiniyoruz.

Ravi şöyle diyor: "İmam Sadık (a) "Ömer bin Müslim ne yaptı? diye sordu. Ben kendisine, "fedan olayım ibadete yö­nelmiş ve ticareti terk etmiştir" diye cevap verdim. İmam şöyle-dedi: "Yazıklar olsun ona acaba rızkı talebi terk edenin, duasının müstecab olduğunu bilmiyor mu?" "Vemenyettekil-lah" ayeti nazil olduğunda ashabtan bir grub bütün kapıları yüzlerine kapatarak ibadete koyuldular ve dediler ki; "Allah rızıkımızı tekeffül etmiştir. Artık bu bize yeterlidir." Resulul-lah (s) bunu duyunca onları huzuruna çağırdı ve şöyle buyur­du: "Sizleri bu işe sevk eden nedir?" Ashab, "ya Resulullah (s) Allah'u Teala bizim rızkımızı tekeffül etmiştir ve bizde ibadete yöneldik." Resulullah (s) şöyle buyurdu: "Böyle ya­pan kimsenin asla duası kabul olmaz. Siz rızkınızı taleb ediniz."

Bu hadislerin arasını cem etmenin yolu budur ki, taleb et­tikten sonra da rızıklar ve bütün işler Allah'ın kudreti altın­dadır. Yoksa bizim talebimizin rızkın celbinde herhangi bir bağımsızlık ve istiklali yoktur. Aksine rızık talebi için çalış­mak onun görevlerinden biridir. Ama işlerin tertibi, zahiri ve gayri zahiri nedenlerin bir araya getirilmesi kulların ihtiyar­larının dışında olup, Allah-u Teala'nın takdiriyledir. Dolayı­sıyla sahih bir yakine sahip olan insan talebten geri kalma­masına ve bütün akli ve serî görevleriyle amel etmesine rağ­men bütün herşeyin Allah'u Teala'nın emri altında olduğuna vücud ve kemalatta da Allah'tan gayri hiç bir varlığın etkisi­nin olmadığına inanır. Hem talib, hem taleb ve hem de met-lub Allah'tır. Dolayısıyla da yakin sahibi olan bir insan Al­lah'ın diğer kullarına verdiği rızık sebebiyle onları kınamaz. Zira bu onların elinde olan bir şey değildir. Aksine rızkı taleb etmeyenleri kınamak, daha da yerinde olan bir şeydir. Zira bu onları taleb etmeye zorlamaktadır. Nitekim hadis-i şerif­lerde de bunun benzerleri vardır.

Bilcümle bu cebr ve tefvizin bir babıdır ki bu hususta tahkik eden kimse konunun özünü kavrayabilir. Dolayısıyla bu hususta tafsili bir açıklama görevimiz dışında kalmakta­dır.

Fasıl

Yakinin Sıhhatinin Alametleri Beyanında

Bu hadiste yakinin sıhhat ve selametinin iki alameti zik­redilmiştir. Birincisi sahih bir yakıni olan insan Allah-u Tea­la'nın gazabını kazanarak insanları razı etmeye çalışmaz ve ikincisi de insanları Allah'ın kendilerine verdiği şeyler sebe­biyle kınamaz. Bu iki sıfat yakinin kentalinin semerelerin-dendir. Nitekim, bunların karşısında yer alan sıfatlar da ya­kinin zayıflığı ve imanın hastalığından kaynaklanmaktadır. Ve biz bu kitapta iman ve yakin ile semereleri hususunda ye­terli açıklamalarda bulunduk. Şimdi de özet olarak bu iki sı­fatın nasıl yakinin sıhhat ve selametine ve bunların karşısın­da yer alan sıfatların da imanın zayıflığı ve hastalığına dela­let ettiğini beyan etmeye çalışacağız.

Bilmek gerekir ki, insanların rıza ve hoşnutluğunu ara­yan ve insanların kalbine teveccüh eden insan hakikatte on­ların işlerinde bir etkisinin olduğuna inanmaktadır. Örneğin; Parayı seven ve malın aşığı olan insan servet sahibi kimsele­rin karşısında eğilir ve tevazu gösterir. Onlara yaltaklanır. Riyaset ve sureti ihtiramlara aşık olan insan da müritleri­nin kalbini ne pahasına olursa olsun kendine celb etmeye ça­lışır. Ve bu bir kısır döngüdür. Alttakiler üsttekilere, riyaset talipleri ise kendisinin altındakilere yaltaklanır. Elbette bazı insanlar vardır ki, her iki tarafta da nefsani riyazet vasıta­sıyla kendilerini terbiye etmişlerdir ve sadece Allah'ın rızası­nı taleb ederler. Dolayısıyla dünya ve süsüne yönelmez ve ri­yaset hususunda da Allah'u Teala'nın rızasını taleb eder. Ha­keza, riyasete sahib olmadıkları zaman da Hakkı ister ve Hakk'ı ararlar.

İnsanların İki Kısım Olduğu Beyanında

Bilcümle insanlar dünyada iki kısımdır. Bir grubu yakin-leri vasıtasıyla tüm zahiri sebebleri, sûrî etkileri, Allah'u Te ala'nın kâmil ve ezeli iradesi altında görecek bir. makama ermislerdir ve Allah'tan başka hiç bir şeyi görmüyor ve istemi­yorlar. Dünya ve ahirette yegane malik ve müessirin Allah olduğuna iman etmişlerdir. Kur'an'm ayetlerinden birine gerçek bir şekilde iman etmişlerdir. Hiç bir şek, tertid ve noksanlığın olmadığı bir şekilde yakin etmişlerdir. Bu ayet-i şerife şudur: "Allah (c.c'u mülkün sahibidir. Mülkü istediği­ne verir ve istediğinden de mülkü alır." (Ali İmran/26) Yani bunlar Allah'ın mülkün sahibi olduğunu ve bütün ihsanların Allah-u Teala'dan olduğunu kabul ediyorlar.

Vücudun kema­linin verilip alınmasının Allah'u Telala'dan olduğuna inan­maktadırlar. Bunun alemlerin tertibi ve maslahatları üzere olduğuna inanırlar. Elbette böyle şahısların yüzüne bir ta­kım marifet kapıları açılır ve kalpleri ilahi olur. İnsanların rızayet veya gazabını bir hiç görürler. Allah'ın rızasından başka hiç bir şey taleb etmezler. Allah'tan başkasına taleb ve tamah gözüyle bakmazlar, kalp ve hal lisanı şu sözü teren­nüm eder: "İlahi eğer sen bize ihsan edecek olursan bunu kim önleyebilir ve eğer Sen bizi mahrum kılacak olursan kim bize ihsan edebilir.

Dolayısıylada insanlardan ve onların ih­sanlarından ve dünyasından yüz çevirir ve Allah'a niyaz elle­rini uzatırlar. Ve böyle şahıslar Allah'ın gazabı karşısında bütün mevcudatın rızasına bile kani olmazlar ve Hz. Ali (a)'m buyurduğu makama ererler. Bütün varlıkları bir hiç gördüğü ve bütün mevcudatı fakir ve Allah'a muhtaç gördü­ğü halde Allah'ın kullarına da Rahmet, azamet ve Ütüfet gö­züyle bakar. Hiç kimseyi salahı ve terbiyesi için olmadıkça kınamazlar. Nitekim Nebiler de böyleydi. Zira onlar Allah'ın kullarını hakkın bağlıları ve celal ve cemalinin mazharlan görüyorlar ve onun yarattıklarına lütuf ve muhabbet gözüyle bakıyorlar. Hiç kimseyi bir eksikliği dolayısıyla kınamazlar.

Ama bazen umumun maslahatı ve insanlık ailesinin ıslahı için bazı kimseleri kınıyorlardı ve bu, yakin iman ve ilahi hu-dudlara olan marifet ağacının semerelerinden idi.

İkinci kısım insanlar ise Allah'tan habersiz veya haberleri olsa da nakıs haberleri olan veya imanları tam olmayan kim­selerdir. Dolayısıyla da kesrete ve zahiri sebeblere teveccüh ettiğinden, sebeblerin sebebinden gaflet etmiş ve mahlukun rızayetini taleb etmektedirler. Bazen öyle bir hale gelebil­mektedirler ki, oldukça zayıf bir kulun rızayetini celb etmek­te ama buna karşılık Allah-u Teala'nın gazabını kazanmak­tadırlar. Dolayısıyla günah ehli ile muvafakat eder. Ya iyilik emretmeyi, kötülükten sakındırmayı terk eder, ya batıl bir fetva verir. Ya yersiz tasdik ve tekzibde bulunur. Ya mü'mi-nin gıybetini eder. Veya dünya ehlinin nazarını celb etmek için mü'minlere iftirada bulunur. Bütün bunlar imanın zayıf-lığmdandır. Belki şirkin bir mertebesidir. Böyle bir nazar in­sanı birisi bu hadiste buyrulan birçok helak edicilere nıubte-la kılar. Böyle bir şahıs Allah'ın kullarına su-i zanda bulu­nur. Düşmanlık eder ve onlan kınar. İşlerinde onları eleşti­rir.

Fasıl

Eşâire ve Me'tezilenin Kelamının Nakli İle Hak Olan Mezhebe İşaret

Meclisi (Rahmetullah-i aleyh) Mi'ratul Ukul adlı kitabın­da mezkur hadisin şerhinde Allah-u Teala tarafından taksim edilmiş olan rızkın haram olan nzıklara da şamil olup olma­dığı hakkında uzunca bir bahiste bulunmuştur. Ve Fahr-u Razi'nin tefsirinden eş'ariye ile mutezilenin ihtilafını naklet-miştir. Her iki tarafında delillerini beyan etmiştir. Ardından imamiyenin de mu'tezile gibi Allah'ın taksim ettiği rızkın ha­rama şamil olmadığını, sadece helale ait olduğunu beyan et­miştir. Mu'tezile bazı ayet ve rivayetlerin zahirine dayan­makta ve rızk lügatinin zahirini şahit olarak göstermektedir. Dolayısıyla muhaddis Meclisi İmamiye'nin de mu'tezile gibi düşündüğünü kabul ederek onların delilleriyle istidlalde bu­lunmuştur. Ama bilmek gerekirki bu da cebr ve tefvizin bir şubesidir. İmamiye mezhebi de mu'tezile ile bu konuda mu­vafakat içerisinde değildir.

Hatta mu'tezilenin sözü eşarinin sözünden daha değersiz ve düşüktür. Dolayısıyla imamiye mutekellimlerinden mu'tezilenin görüşlerine meyi edenler­den bazısı hakikatten gaflet etmişlerdir. Nitekim daha önce­de buna işaret edildi. Cebr ve tefviz meselesi her iki tarafın alimlerinin ekserisinin dilinde oldukça mücmel ve kapalı bir surette yer almış ve niza mahalli sahih bir mizan ile mutaba­kat içinde bulunmamıştır. Dolayısıyla da bu meselenin cebr ve tefviz meselesiyle ilgisi genellikle bilinmemektedir. Hal­buki bu mesele cebr ve tefvizin en önemli şubelerinden biri­dir.

Eşari helal ve haram rızkın da taksim edildiğine inanmış ve dolayısıyla cebre inanmıştır. Mu'tezile ise haram rızkın taksim edilmediğini söyleyerek tefvize kail olmuştur. Dolayı­sıyla her ikiside batıldır. Ve mahallinde bunun fesadı beyan edilmiştir. Biz mukarrar ve muberhem usuller hasebiyle he­lal ve haramın Allah'u Teala tarafından taksim edildiğine inanıyoruz. Nitekim günahları da ilahi kaza ve takdirle bili­yoruz. Ama bu cebir ve fesada da sebeb olmamaktadır. Lakin biz burhan ikamesi için yeterli olmayan bu kitapımızda, ehli­de olmadığımızdan ilmi meseleleri bahsetmeyeceğimizi şart koşmuştuk. Bu yüzden bu kadarıyla yetiniyoruz. Hidayete erdirici olan Allah'tır.

Merhum mahaddis Meclisi bu hadisin şerhinde bir şeyden daha bahsetmiştir. O da şudur ki, acaba kulların rızkı Al­lah u Teala'ya mutlak bir şekilde mi farzdır yoksa onları kesb ve say'i suretinde mi? Ve bu konu mutekellimlerin usûl­leri, bürhani ölçüler ve yakini kurallar ile de uyum içindedir. Ama bu bahis için başka bir yol takib etmek gerekir. Yinede diyoruz ki bu gibi hususlarda tam bir faydası olmadığından kelamı terk etmek daha evladır. Biz daha öncede işaret ettik ki, nzıklarm taksiminin ilahi kaza ve takdirle olmasının in­sanın çalışmasıyla hiç bir münafatı yoktur.

Fasıl

Allah'u Teala ruh ve rahatlığı yakinde ve rızada; hüzün ve üzüntüyü ise şek ve gazabta karar kılmıştır. Ve adaletin gereği de budur. Hadisi şerifte bulunan ruh ve rahatlık ile üzüntü ve gam rızkın takdir ve taksimi bahsinde yer aldığın­dan dolayı dünyevi işler, rızık tahsili ve talebi ile ilgilidir. Gerçi bir beyana göre bu taksim uhrevi işlerde de sahihtir. Ve biz şu anda bu hadisi beyan etmek istiyoruz. Hakka ve takdiratına yakini olan ve mutlak kadirin işlerine güvenen bir insan inanır ki, Allah-u Teala'nm bütün işleri maslahat üzeredir. Ve Allah'u Teala kâmil ve mutlak bir rahmet sahi­bidir. Bilcümle mutlak rahim ve mutlak cevad'dır. Elbette bu yakin insana tüm zorluklarını kolaylaştırır. Bütün musibet­lerini kolay hale getirir. Dolayısıyla da onun rızık talebiyle de dünya ehli şirk ve şek ehli olan kimselerin rızık talebi arasında oldukça büyük farklar vardır. Zahiri sebeblere iti-mad eden insan sürekli onların tahsilinde muzdarib ve mute-zelzil haldedir. Eğer bir darbe yiyecek olursa bu ona çok ağır gelir. Zira bunun gaybî maslahatları olduğuna inanmaz.

Bil­cümle bu dünyayı elde etmeyi kendi saadeti olarak değerlen­diren insan bunu tahsil etmekte bir çok acılara ve zorluklara katlanır. Bütün gayretini bu yolda sarf eder. Nitekim gördü­ğümüz gibi dünya ehli sürekli bir zorluk içindedir. Ve kalb ve cismi asla rahatlık görmez. Dolayısıyla da dünya ve süslerini kaybettiği takdirde büyük ve sonsuz hüzne kapılırlar. Eğer bir musibete uğrasalar bütün güçlerini kaybeder ve olaylar karşısında sabırları kalmaz. Bunların tek sebebi ilahi kaza ve kader hususunda mutezelzil olmaları ve ilahi adalete iti-mad etmemeleridir. Bütün bunlar da onun semerelerinden-dir ve biz daha önce bu zeminde bir takım açıklamalar yap­tık. Dolayısıyla tekrardan kaçınıyoruz.

Ama yakin ve rıza ile şek ve gazabın eserlerinin tertibi Allah-u Teala'nm takdiriyledir. Ve bu takdir ve kararlaştır­ma adil bir şekilde gerçekleştirilmiştir. Bu konuyu bilmek için evvela cebir söz konusu edilmeden Allah'u Teala'nm tüm vücud mertebelerindeki failiyetinin nüfuzunun beyanatına ve vücud aleminin kamil bir nizam olduğunu izaha gerek du­yulmaktadır. Konu uzayacağından ve burası da yeri olmadı­ğından bu kadarıyla yetiniyoruz. Başta da sonda da hamd Allah (c.c.)'a mahsustur.

Hazırlayan: ruhullah.com

 

11521 kere okunmuştur.

Yorum Ekle

Yazdır

YORUM LİSTESİ

KATEGORİDEKİ DİĞER HABERLER

n

05/02/2008 - 15:39 Nefs'le Cihad

n

05/02/2008 - 15:29 Riya

n

05/02/2008 - 15:20 Ucb

n

05/02/2008 - 15:10 Kibir

n

05/02/2008 - 15:03 Hased

n

05/02/2008 - 14:57 Dünya Sevgisi

n

05/02/2008 - 14:51 Gazab

n

05/02/2008 - 14:46 Asabiyet

n

05/02/2008 - 14:41 Münafıklık

n

05/02/2008 - 14:34 Nefsin Amel ve Hevası

n

05/02/2008 - 14:30 Fıtrat

n

05/02/2008 - 14:21 Düşünmek

n

05/02/2008 - 14:18 Tevekkül

n

05/02/2008 - 14:12 Havf ve Reca

n

05/02/2008 - 14:03 Müminlerin İmtihan Edilip Denenmesi

n

05/02/2008 - 13:54 Sabır

n

05/02/2008 - 13:49 Tevbe

n

05/02/2008 - 13:45 Allah'ı Zikretmek

n

05/02/2008 - 13:32 Gıybet

n

05/02/2008 - 13:23 İhlas

n

04/02/2008 - 15:10 Şükür

n

04/02/2008 - 15:08 Ölümden Hoşlanmamak

n

04/02/2008 - 15:05 İlim Talihleri

n

04/02/2008 - 15:03 İlmin Kısımları

n

04/02/2008 - 15:00 Şek ve Vesvese

n

04/02/2008 - 14:56 İlmin Fazileti

n

04/02/2008 - 14:48 İbadet ve Kalp Huzuru

n

04/02/2008 - 14:14 Kalbin Çeşitleri

n

04/02/2008 - 14:37 Likaullah (Allah ile Görüşme)

n

04/02/2008 - 14:24 Resulullah (s.a.v)'in Emirül Müminin Hz. Ali (a.s)'a Vasiyeti

n

04/02/2008 - 14:16 Allah, Resul'ü ve İmamların Hakikati Bilinemez

n

04/02/2008 - 14:12 Yakin

n

04/02/2008 - 14:05 Velayet ve Ameller

n

04/02/2008 - 14:00 Müminlerin Allah İndindeki Makamı

n

04/02/2008 - 13:56 Hakkın İsimlerinin Marifeti İle Cebir ve Tefviz Meselesi

n

04/02/2008 - 13:49 Hakkın Sıfatları

n

04/02/2008 - 13:46 Allah'ı, Resul'ü ve Ululemri Tanıma

n

04/02/2008 - 13:42 Adem'in Allah'ın Suretinde Yaratılışı

n

04/02/2008 - 13:32 Hayır ve Şer

n

04/02/2008 - 13:21 İhlas Suresi İle Hadid Suresi'nin İlk Ayetlerinin Tefsiri
 

YAZARLAR

ÇOK OKUNANLAR

Tasarım
  Tasarım : Networkbil.NET

Ana Sayfa  |   İletisim

@2008 kizildedem.com