İftar Lokması | Regaib kandil sohbet1 | MÜBAREK ÜÇ AYLAR | ERBAIN-40.GÜN NIYAZI | HZ HÜSEYIN CAN ASI | Muharrem sohbet 28 | Muharrem sohbet 27 | Muharrem sohbet 26 | Muharrem sohbet 25 | Muharrem sohbet 24 |

KATEGORİLER

ANKET

YORUMLANANLAR

 
 
 
Hased
 
 
5. Hadis

05/02/2008

Davud, Hz. Sadık'ın şöyle buyurduğunu naklediyor: Ra-sulullah buyurdu ki: "Allah (azze ve celle) Musa b. Imran a şöyle dedi: Ey İmranoğlu, kendi fazlımdan insanlara verdi­ğim şey sebebiyle onlara hased etme, gözünü ona dikme ve nefsini onun ardısıra gönderme. Zira hased eden kimse as­lında benim nimetlerime gazablanır ve kullarım arasında yaptığım taksimden razı olmaz da yüzçevirir. Böyle olan bir kimse benden değildir ve ben de ondan değilim..." (*)

(*) Vesail, Kitabu'l-Cihad, Bab-u Tahrimi'1-Hased-Kafî, C.2., Ki-tabu'1-İman ve'1-Küfr, Babu'l-Hased, 6. hadis.

ŞERH

Hased, nefsanî bir halettir. Bu haletin sahibi, nimet ve kemal diye vehmettiği şeylerin başkalarından alınmasını ar­zu eder. Kendisi de bu nimete sahip olsun veya olmasın, kendisine de nasib olsun veya olmasın hiç farketmez. Bu, gıbta-dan başka birşeydir. Zira gıbta eden kimse, başkasında ni­met diye vehmettiği şeyin onda zevalini arzu etmeksizin kendisine de nasib olmasını istemektedir. "Vehmî kemal" ve "nimet" dememizin sebebi ise, hased eden kimsenin zevalini arzuladığı o şeyin hadd-i zatında kemal ve nimet olması ge-rekmediğindendir.

Hased eden kimse bazen bizzat nakıs ve rezil olan birşeyi bile kemal zannetmekte ve de zevalini ar­zulamaktadır. Veya insanlığın noksanlığı ve hayvanlığın ke-malindendir ve hased eden kimse hayvanlık mertebesinde ol­duğundan onu kemal bilmekte ve dolayısıyla da zevalini iste­mektedir. Mesela halk arasında bazıları vardır ki, kan dök­me ve cinayeti hüner olarak kabullenmekte ve böyle olan bir şahsa da hased etmektedir. Veya boş konuşmayı kemal zan­netmekte ve bu sıfata sahip kimseye hased etmektedir. Öy­leyse burada mizan kemal bulunduğunu vehmetmek ve o işi bir nimet olarak düşünmektir.

Başkalarında bir nimet görüp de (gerçekten de nimet ol­sun veya olmasın) bunu zevalini isteyen kimse hased sahibi­dir.

Bil ki hased hususunda da, hased edilen, hased eden ve bizzat hased hasebiyle bazı derece ve kısımlar vardır.

 

Hased edilen kimsenin hali açısından, aklî kemaller, övülmüş hasletler, menasık, salih ameller ya da mal, evlad, azamet, haşmet vb. dış ve haricî meselelerde hased edildiği gibi kemal olduğu vehmedilince bunlardan herbirinin muka­biline de hased edildiği görülür.

Hased eden kimsenin hali açısından: Hased, bilindiği gibi düşmanlık, tekebbür, korku ve sonradan zikredilecek olan birtakım benzeri meseleler yüzünden ortaya çıkmaktadır.

Bizzat hased hali itibarıyla: Denebilir ki, hasedin gerçek taksimat ve dereceleri bunlardır, eskiden zikredilenler değil. Öyleyse şiddet, za'f dereceleri içinde birçok mertebeler vardır ki, sebepler açısından farklılık arzetmektedir. Aynı şekilde etkileri itibariyla muhtelif halde bulunmaktalar. Biz de inşa-Allah birkaç fasıl zımnında hasedin fesadları ve ilacına, makdur olduğu kadarıyla değinecek, açıklık getirmeye çalı­şacağız. Tevfik Allah'tandır.

Fasıl

Hasedin Bazı Sebepleri

Hasedin birçok sebebi vardır, ama başlıca sebeplerinden biri, insanın kendi nefsini zelil, hor ve aşağılık görmesidir. Nitekim kibirde, halin farklılığı hasebiyle bunun aksi sözko-nusuydu. İnsan kendisinin bir kemali olduğunu ve başkala­rının da bu kemaldan yoksun olduğunu görünce nefsinde bir nev'i üstünlük ve yücelik duygusu uyanır ve tekebbürde bu­lunur. Başkalarını kamil gördüğünde ise bir nevi aşağılık kompleksine kapılır, dış amiller ile nefsanî maslahatlar ol­madığı takdirde bu onda hasedin meydana gelmesine sebep olur. Bazen de bu zebunluğunu başkalarının kendisiyle eşit­liğinde düşünür. O zaman da kemal ve nimet sahibi kimse kendisi gibi veya kendisinin ardından gelen kimselere karşı hasedde bulunur. Dolayısıyla da denebilir ki hased, etkisi başkalarından nimet ve kemalin zeval bulmasını istemek olan nefsin zebunluk ve aşağılık kompleksine kapılmasıdır. Allame Meclisi (kuddise sırruhu) gibi bazıları da hasedin se-beblerinin yedi şey olduğunu söylemişlerdir:

1-Adavet: Düşmanlık

2-Taazzuz: Hased edilen kimsenin sahip olduğu nimet ve kemal sebebiyle kendisine tekebbür ettiğini görünce buna dayanamayıp bu nimetin ondan zevalini arzu etmek.

 

3-Kibir: Hased eden kimsenin, nimet ve kemal sahibi kimseye karşı tekebbürde bulunmayı istemesi ve bunun da sadece o nimetin zevaliyle mümkün olması.

 

4-Taaccub: Bu büyük nimetin herhangi bir şahsa veril-diğni görünce taaccüb edip şaşkınlığa düşmek Nitekim Allah Teala önceki ümmetlerin şöyle dediklerini haber veriyor: "Sizler de bizim gibi beşersiniz ancak." (*) Aynı şekilde, "bi­zim gibi beşer olan bu ikisine mi iman edeceğiz." (**) diyor­lardı. Kendileri gibi olan kimsenin risalet ve vahiy sahibi ol­masına taaccüb ediyor ve dolayısıyla da hasedde bulunuyor­lardı.

(*) Yasin Suresi, 15.

(**) Mü'minun Suresi, 47.

 

5-Havf (korku): Nimet sahibi kimsenin, sahib olduğu ke­mal ve nimet sebebiyle kendisinin mahbub bulduğu maksad-lan hususunda rahatsızlık çıkarmasından korktuğu için o nimetin zevalini ister.

 

6-Riyaset sevgisi: Şahsın riyasette bulunması sadece
başkalarının nimette kendisiyle müsavi ve ortak olmaması­
na bağlıysa böyle bir şahıs kendisi dışında hiç kimsenin mez­
kur nimete sahib olmasını istemez.

 

7-Yaratılış habisliği: Hiç kimseyi nimet içinde görmek is­
temez.

Ama bu satırların yazarının inancına göre bu sebeplerin çoğu, belki de hepsi aslında insanın aşağılık kompleksine düşmesi ve kendisini zebun olduğunu tasavvur etmesine dönmektedir. Hasedin direkt sebebi, meşhurun hasede getirdiği tarif üzere bundan ibarettir. Ama bizim hasede mana verirken, bizzat bu haletin hased olduğunu söylememiz ise zikredilen şeyin sıhhatini zorlaştırmak ve sıkı tutmak demek değildir. Velhasıl bu manalar etrafında bahiste bulunmak bi­zim maksadımız olmadığı gibi bu sayfalar için de müsait de­ğildir.

Fasıl

Hasedin Bazı Fesadları

Bil ki hased, insanı helak eden kalbî bir hastalıktır ve ondan, birçok kalbî hastalıklar, kibir ve insanı helak eden amillerden olup insanın helak olması hususundak birer müs­takil sebep konumunda olan amellerin fesadları vücuda gel­mektedir. Biz de oldukça açık olan bazılarını zikretmeye çalı­şacağız. Çaresiz bazı gizli fesadlar da vardır ki, yazarın na­zarından da saklı ve örtülüdür. Hasedin bizzat fesadı olduk­ça fazladır. Muaviye b. Veheb'in sahihinde Hz. Sadık-ı Mu-saddık şöyle buyuruyor: "Dinin afeti, hased, ucb ve övünmek­tir." (*)

Hz. Bakır (as), Muhammed b. Müslim'in sahihinde şöyle buyuruyor: "Kul hangi sürçme ile -gazab sebebiyle fiilî veya dilinden sadır olan- gelirse gelsin bağışlanır. (Ama) hased, ateşin odunu yediği gibi o da imanı yer bitirir." (**)

Malum olduğu gibi iman, kalbi Hakkın (azze ve celle) te­celli ve cilvelerine mazhar kılan bir nurdur. Nitekim hadis-i kudsîde şöyle yer almıştır: 'Yer ve göklerim beni almadı.

(*) Kafî, C.2., Kitabu'1-İman ve'1-Küfr, Babu'l-Hased, 5. hadis.

(**) Kafî, C.2., Kitabu'1-İman ve'1-Küfr, Babu'l-Hased, 1. hadis.

Ama mü'min kulumun kalbi beni aldı." (*)

(*) Ihyau'1-Ulum, C. 3., S. 12. 156

Kalbi tüm mevcudattan daha geniş karar kılan bu ilahî nur ve manevî ışık, kalpte bu rezil hasletin bulanıklığından vücuda gelen darlık ve karanlık ile çelişki içindedir. Kalb mahzun ve bitkin, sine tutulmuş ve dar, çehre somurtkan ve asık olur. Bu haller iman nurunu batıl kılıyor, insanî kalbi öldürüyor ve ne kadar kuvvet kazanırsa o kadar iman nuru zayıflıyor, sönmeye yüz tutuyor.

Zahir ve batında hased sebebiyle vücuda gelen eserler, mü'minin manevî ve zahirî vasıflarıyla çelişki içindedir. Mü'min Allah Teala'ya nisbeten iyimser ve kulları arasında yaptığı taksimattan ise razı olan kimsedir. Hased eden kim­se ise Hakk Teala'ya nisbeten gazablı, O'nun takdirlerine küskün ve yüzçeviren kimsedir. Hadis-i şerifte de yer aldığı gibi mü'minin kötülüğünü istemez. Onun aziz ve kerim ol­masını arzu eder. Hased eden kimse ise bunun tersinedir. Mü'min dünya sevgisinin mağlubu, hasud ise dünya sevgisi­nin şiddetinden bu rezil haslete mübtela olmuştur. Mü'minin hiçbir korku ve hüznü yoktur. Hakk Teala'dan başka hiç kimseden çekinmez. Ama hasudun hüzün ve korkusu hased ettiği şey etrafında döner dolaşır. Mü'minin alnı geniştir. Yü­zünden müjde okunur. Hasudun ise yüzü asık ve somurtkan­dır. Mü'min mütevazidir, ama hasud birçok zamanlar tekeb­bür eder. Hased imanın afetidir ve ateşin odunu yediği gibi imanı yer bitirir.

Ahiretteki necatın sermayesi ve kalplerin hayatı olan imanı insanın elinden alması ve onu müflis kılması bile bu rezil hasletin çirkinlik ve kötülüğünü göstermeye yeter de artar  bile. Hasedin ayrılmaz bir parçası olan büyük fesadlardan biri de Halika, hakiki velinimete gazablanmak ve Onun takdirlerine küsmek ve yüzçevirmektir. Bugün tabia­tın zulmanî hicabları ve onunla meşguliyet, tüm müdrikatı-mız, mahcub (hicablı), göz ve kulaklarımızı ise kör ve sağır yapmıştır. Ne Maliku'l-Müluk'a gazablı ve küskün olduğu­muzu biliyoruz ve ne de bu gazab ve küskünlüğün melekût ve aslî-daimî meskendeki suret ve tecessümün ne olduğunu biliyoruz. Sadece Hz. Sadık'm (as) şu sözünü işitiyoruz: "benden yüzçeviren ve bana gazablı olan kimse benden değil­dir ve ben de ondan değilim." Ama Hakk Teala'mn bizler­den beraati ve bizarının nasıl bir musibet olduğunu ve altın­da nelerin bulunduğunu bilemiyoruz? Hakkın velayetinden dışarı çıkan ve erhamür-rahiminin rahmet perçemi altından dışarı sürülen kimse için hiç mi hiç necat ve kurtuluş ümid edilemez. Şefaatçilerin şefaati de ona nasib olmayacaktır; "O'nun izni olmadan Allah katında kim şefaat edebilir." (*)

(*) Bakara, 255.

 

Allah'a gazablanan, velayet sığmağından, dışarı çıkan ve kendisiyle maliki arasında dostluk bağını koparmış olan kimseye kim şefaat edebilir? Yazıklar ve eyvahlar olsun, biz­zat kendimiz kendi başımıza neler getirdik! Enbiya ve evliya ne kadar feryad edip bizleri uykudan uyandırmak istediyse de biz daha da bir gaflet uykusuna daldık ve şekavetimiz gün geçtikçe daha da bir fazlalaştı.

Bu hulkun fesadlarından biri de ahiret alimlerinin de bu­yurduğu gibi kabir azabı ve zulmetidir. Zira buyuruyorlar ki ruhî baskı ve kalbî bulanıklığı olan bu alçak ve fasid ahlakın berzahî ve kabrî suret ve tecessümü, kabir azabı ve zulmeti­dir. Kabrin darlık ve ferahlığı, göğüs genişliğinin varlık ve yokluğuna tabiidir.

Hz. Sadık'tan (as) rivayet edilmiştir ki, Rasulullah bir gün dışarı çıkarak Sad'ın teşyî merasimine katıldı. Yetmiş bin melek de onu teşyî etmeye gelmişlerdi. Rasullullah (sav) başını semaya kaldırarak şöyle dedi: "Sad gibi kabir azabı gören var mı?" Ravi İmam'a (as) arzetti: "Fedan olayım, biz­lere Sad'ın sadece idrardan sakınmadığı nakledilmişti." Hazret şöyle buyurdu: "Maazallah, onun hulkunda sadece bir kötülük vardı, o da ev halkına karşı kötü davranırdı."(*)

(*) Kafi, C.3., Kitabu'l-Cenâiz, Babu'l-Mes'ele fi'1-Kabr, 6. hadis.

Hased sebebiyle kalpte vücuda gelen darlık, baskı, bula­nıklık ve zulmet, fasid hulklarm sadece çok az bir kısmında mevcuttur. Velhasıl bu hulkun sahibi hem dünyada azab görmekte ve mübtela bulunmaktadır, hem de kabirde baskı ve zulmet içindedir ve hem de ahirette zavallı ve çaresiz ka­lacaktır. Bunlar hasedin bizzat sebeb olduğu fesadlardır, o da başka bir fasid hulk ile batıl ve fasid amelin vücuda gel­mesine sebep olmazsa.

Başka bir fesada sebep olmaması ihtimali ise oldukça az­dır. Belki ondan ahlakî ve amelî birçok kötülükler vücuda gelir. Önceden de zikredildiği gibi, bazı yerlerde kibre, gıybe­te, koğuculuğa, sövmeye, eziyete ve insanın helakına sebep olan benzeri birçok fesada sebep olmaktadır.

Öyleyse her akıllı insanın himmet kemerini kuşanarak kendisini bu utançtan ve imanını bu yakıcı ateş ve büyük afetten kurtarması gerekir. Kendisini daimî ve ebedî bir azab olan bu alemde, fikrî baskı, kalp darlığı, berzah ve ka­bir zulmetleri ve ilahî gazabdan kurtarması lazım gelir. Bi­raz düşünürsen, bunca fesadı olan birşeyin mutlaka tedavi edilmesi gerektiğini anlarsın. Üstelik senin bu hasedinin hased edilene de hiç bir zararı yoktur. Senin hasedin sebebiyle ondaki nimet zail olmamaktadır. Belki onun için dünyevî ve uhrevi bir faydası bile vardır. Zira onun hasudu ve düşmanı olduğundan dolayı senin mübtela ve mahzun olmanın onun için menfaati vardır. Kendisinin nimetler içinde olduğunu senin ise bundan azab çektiğini görmesi bile kendisi için bir nimet sayılır.

Eğer sen bu ikinci nimetin farkına varsan, o zaman da se­nin için başka bir azab ve fikir baskısı hasıl olur. Bu azabın da onun için bir nimettir.. Demek ki, sen daima gam, baskı ve derd içindesin, o ise nimet, ferah ve genişlik.. Ahirette de senin bu hasedinin ona faydası dokunacaktır. Özellikle de işi gıybet, iftira ve benzeri eziyetlere vardırmışsan o zaman se­nin iyilik ve hasenatlarını ona verirler ve sen de zavallı ve if­las etmiş olursun o ise nimet ve azamet sahibi.. Eğer biraz olsun bu hususta tefekkür edecek olursan kendini bu rezil hasletten kurtarır ve nefsini bu helaketten azade kılarsın.

Zannetme ki bu nefsanî rezillikler ve ruhî hulklar asla değişmez, ortadan kalkmaz. Bunlar şeytan ve nefs-i emma-renin sana ilka ettikleri birtakım boş hayallerdir ki, seni nef­sini ıslahtan ve ahiret yolunun sülûkundan alıkoymaya ça­lışmaktadır. İnsan bu değişiklikler diyarı ve tebdilatlar neşetinde olduğu müddetçe tüm vasıf ve hulkları değişebilir. Melekeler her ne kadar sağlam ve muhkem de olsalar da bu alemde olduğu müddetçe zail ve yok edilebilirler. Ama şiddet ve za'f ihtilafı sebebiyle tasfiye ve tezkiyenin zahmeti de farklılık arzetmektedir.

Nefste yeni yeni vücuda geldiği sıralarda az bir zahmet ve riyazetle nefsanî bir sıfatı zail ve izale etmek pekala ko­laydır. Bu haliyle kökleşmiş ve yere çakılıp kalmamış bir fidana benzemektedir adeta. Ama bu sıfat nefste kökleşir ve nefsin yerleşik melekelerinden biri haline gelirse zevali mümkün olsa da biraz zor ve zahmetlidir. Yaşlanmış ve kök­leşmiş bir ağacı sökebilmek biraz zordur. Sen kalb ve ruh fe-sadlarının kökünü söküp atma fikrinde ne kadar geç hareket edersen, bir o kadar daha fazla zahmet ve riyazet çekmen ge­rekir.

Ey aziz ilk olarak zahir ve batın memleketinde ahlakî ve­ya amelî fesadın vücuda gelmesine izin verme. Başlangıçta vücuda gelmesine izin vermemen, girip kökleştikten, tüm vücudunu kapladıktan sonra yok etmeyi ve dışan çıkarmayı istemenden daha kolaydır. Bu rezilliği yok etmede ne kadar gecikirsen bir o kadar da fazla zahmet çekmen gerekir. Zira dahilî kuvveler gittikçe zayıflamakta, kuvvetten düşmekte­dir.

Büyük şeyhimiz ve değerli arif Şahabâdî (ruhum ona feda olsun) şöyle buyuruyordu: "Gençlik kuvveti ve neşat olduğu müddetçe insan ahlakî fesadlara karşı daha iyi kıyam edebi­lir ve insanlık vazifesini daha iyi yerine getirebilir. Bu kuv­venin elinizden çıkıp ihtiyarlığın gelip çatmasına dek gaflet etmeyin. Zira o zaman muvaffak olmak oldukça zordur. Far-zen muvaffak olursa da ıslah için çok zahmet çekmek gerekir. Akıllı bir insan herhangi bir şeyin fesadını görecek olursa -eğer ona bulaşmamışsa- kesinlikle onun etrafında dönüp do­laşmaz ve kendisini o işe bulaştırmaz. Eğer Allah korusun bulaşmışsa da hemen ıslahına çalışır ve kökleşmesine izin vermez. Eğer kökleşmişse büyük bir zahmet ve meşakkate katlanarak berzahı ve uhrevî meyvesini vermesin diye hemen onu söküp atmaya çalışır."

Maddî tebdilatlar ve tağyirler neş'eti olan bu alemden bu fasid hulk üzere göçecek olursa bu habis ağaç meyve verecek ve onu söküp atma işi de artık elinden gelmez olacaktır. Böy­lece ahiret ve berzah alemine kadar da nefsanî hulklarından birisinin dahi değişmesi çok uzak ve gayri mümkün hale ge­lecektir.

Rasulullah (sav) bir hadis-i şerifte şöyle buyuruyor: "Cen­net ehli cennette ve cehennem ehli de cehennemde kendi ni­yetleri vasıtasıyla ebedî olarak kalacaklardır. Rezil ahlakın bir neticesi olan fasid niyet, menşe ve kaynağı zail olmadığı müddetçe asla zail olmaz."

O alemde melekeler o kadar kuvvetli ve şiddetli bir şekil­de zuhur edecektir ki, ya asla zail olmayacak -ki o zaman ebedî olarak cehennemde kalacaklar- ya da zail olsa bile ilahî asırlar sonunda, o da birçok sıkıntı zorluk ve ateşten sonra olacaktır.

Öyleyse ey akıllı, dünyevî bir aylık veya bir yıllık cüz'i bir zahmet neticesinde ıslah edilmesi mümkün olan ve aynı za­manda dünyevî ve uhrevî bela ve musibetlere de son verecek olan bu meseleyi sonraya bırakma ki helak olursun.

Fasıl

Ahlakî Fesadların Kökleri

Daha önceden de zikredildiği üzere kalb nasibi olan iman, akıl nasibi olan ilimden başka birşeydir. Tüm ahlakî ve amelî fesadlar, kalbin imansız oluşundan ve aklın, aklî bur­han yoluyla veya enbiyanın haber vermesiyle derk ve idrak ettiği şeyleri kalbe ulaştırmamasından ve kalbin o şeylerden habersiz bulunmasından vücuda gelmektedir.

Filozof, mütekellim ve şeriat ehli olan tüm herkesin kabul ve tasdik ettiği ve hiç kimsenin şek etmediği bir mesele şudur: Mutlak Makamın (cellat kudretuh) vücud, kemalat, nimet genişliği, nzık ve mühlet taksimi gibi hususlarda kud­ret kalemiyle cereyan eden îherşey en iyi program ve en güzel nizamdır. Ve tam maslahatlarla mutabıktır, Tasavvur edilen nizamların en kamili îaa külli İbir nizamdır. Ama herkes kendine has bir dil ve mesleğime uygun bir ıstılahla bu ilahi latife ve kamil hikmeti beyan etmeye çalışmışlarda*.

Arif diyor ki mutlak Cemil'in gölgesi de mutlak eemildir. Filozof ise şöyle diyor: Tabiat aleminde varolan nizam 'ilmi, nizam ile mutabık olduğu gibi naks ve serden de teridir. Vehmedilen cüz'î şeyler, mevcudatı layık olduğu kemaltease ulaştırmak içindir. Mütekellim ve şeriat ehli ise şöyle diyor: Hekim'in fiilleri, hikmet ve salah üzeredir. Beşerin cüz'i ve mahdud aklı ise ilahî takdiratlardaki tam maslahatları id­rakten acizdir. Bu mesele hepsinin dilinde cereyan etmekte olup herkes ilmi ve aklî kapasitesince onun için bir burhan ikame etmektedir. Ama kil-ü kal (söylenti) haddini aşmadı­ğından ve kalb le hail mertebesine ulaşamadığından dolayı itiraz dilleri açıktır ve iman nasibi olmayanlar ise bir dille kendi burhan ve kavlini tekzib eder. Ahlakî fesadlar da bu zemin üzerindedir.

Hased eden, başkalarından nimetin zail olmasını arzu eden ve nimet sahibine karşı kalbinde kin bes­leyen kimse Hakk Teala'nın tam salah üzere bu nimeti o şahsa nasib ettiğini ve bizim idrakimizin bunu derk etmek­ten aciz olduğuna iman etmediğini bilmelidir. Hakikatte Al­lah Teala'nın adline ve yaptığı taksimatın adilane olduğuna imanı olmadığını bilmelidir. Halbuki sen akaid usullerinin birinde, Allah'ın adil olduğunu söylüyorsun. Bu, lafızdan başka birşey değildir. Adalete iman ve hased, birbiriyle çelişmektedir.

Eğer onu adil biliyorsan, yaptığı taksimi da adila­ne Mİ. Nitekim mezkur hadis-i şerifte de şöyle buyurulmuş-tur. Allah Teala buyuruyor ki, Hasud, kullar arasında yaptı­ğım taksimden razı değildir ve nimetlerim için de gazablan-mıştır.™ Kalb, fıtratı gereği adilane taksimat karşısında Ku­zu etmekte ve zulüm ile sitemden, fıtratı gereği kaçmakta uzaklaşmaktadır. Beşerin zatının derinliklerinde yoğrulmuş olan ilahî fıtrat, adalet sevgisi ve adalet karşısında huzu et­mek, zulümden nefret etmek ve önünde teslim olmamaktır.

Eğer bunun hilafına birşey görecek olursa mukaddime ve başlangıçta bir noksanlığın olduğunu bilmelidir. Eğer nimet­lere gazablı ve kısmetlerden razı olmayan bir kimse haline gelecek olursa bu O'nu adil kabul etmediğindendir. Belki de neuzu billah, zalimce bir taksim olduğunu düşünüyor, kıs­meti adilane bildiği halde yüzçeviren ve programı en kâmil nizam ve tam maslahatların mutabıkı olarak bildiği halde gazablanan bir kimse değildir. Eyvahlar olsun ki, imanımız nakıstır ve aklî-bürhanî meseleler, akıl ve idrak merhalesin­den kalb merhalesine ulaşmamıştır. Söylemek, işitmek, oku­mak, bahis ve kil-u kal ile iman sözkonusu değildir. Burada niyetin halis olması gerekiyor. Allah'ı arayan Allah'ı mutla­ka bulacaktır. Marifetleri taleb eden de mutlaka Ona ulaşa­caktır. "Burada kör olan ahirette de kördür ve yolunu da tam sapılmıştır, şaşırmış gitmiştir." (*)

(*) İsra Suresi, 72.

Allah'ın kendisine nur vermediği kimsenin artık hiç bir nuru olamaz.

Fasıl

Hasedin Amelî İlacı

Çok az bir bölümünü zikrettiğimiz ilmî ilacın yamsıra bu rezil ve fezahet dolu haslet için amelî ilaçlar da sözkonusu-dur. O da, hased ettiğin kimseye zorla da olsa sevgi ve mu­habbet izharında bulunman ve kendisine ihtiram göstermen-dir. Bundan maksadın, batmî hastalığı tedavi etmek olsun. Nefsin seni ona eziyet etmeye, hakarette bulunmaya ve ona düşmanlık etmeye davet ediyor.

Onun kötülük ve fesadlarım sana takdim ediyor. Ama sen nefsanî arzularının hilafına ona merhamet et, teclil ve ihtiramda bulunmaya çalış. Dilini onu hayırla anmaya zorla. Onun iyiliklerini kendine ve baş­kalarına arzet. Güzel ve cemil sıfatlarını göz önünde bulun­dur. Gerçi ilk önceleri bu mesele icbari birşeydir. Gerçek ve hakikati yoktur. Ama maksadın nefsin ıslahı olması bu naks ve rezilliğin bertaraf edilmesi olduğundan bilahare hakikate yakınlaşacak, yavaş yavaş icbarî olma durumu ortadan kal­kacak, nefs tabii haline kavuşacak ve gerçekliğe erişecektir.

En azından nefsine bunun da Allah'ın bir kulu olduğunu ve Allah Teala'nm ona lütuf nazarı olduğundan dolayı kendi­sine nimet verdiğini ve kendi özel ihsanına mahsus kılmış olabileceğini inandırmaya ve anlatmaya çalış. Özellikle de hased edilen bir kimse ilim ve diyanet ehli bir kimseyse ve hased de ilim ve diyanet hususundaysa bu iş daha da bir çir­kin ve onlara düşmanlık etmek daha da bir kötüdür. Nefsi­ne, bunların Allah'ın has kulları olduğu için ilahi tevfike mazhar olduklarını ve büyük nimetlere nail olduklarını an­latmaya çalış. Bu nimetler insanın bu nimetlerin sahibine karşı daha da bir sevgi ve muhabbet duymasına vesile olma-lıdır.Insanları muhterem kılmalı ve bu nimet sahiplerine karşı mütevazi ve alçakgönüllü olmaya çağırmalıdır. Öyleyse nefsinde huzu' ve muhabbet vücuda getirmesi gereken şeylerin bunun aksi şeylere sebep olduğunu görünce büyük bir şe-kavete düştüğünü anlamalı ve hemen ilmî ve amelî yollarla ıslah etmeye çalışmalıdır. Ve bilmelidir ki, muhabbet icad et­mek isteyen kimse sonunda mutlaka muvaffak olur. Zira muhabbet nuru zulmet ve bulanıklıklara kahir ve galibdir. Allah Teala mücahedeye yardımcı olacağını, kendi gizli lü-tuflarıyla tevfik inayet edeceğini vadetmiştir. "Şüphesiz ki o tevfik ve hidayet sahibidir."

Fasıl

Ref Hadisinin Zikri Beyanında

Bil ki bazı hadis-i şeriflerde Rasulullah (sav şöyle buyur­maktadır: "Ümmetimden dokuz şey kaldırılmıştır. Bunlar­dan biri de (el veya dil ile zahir olmadığı müddetçe) haset­tir. " Elbette bu ve benzeri hadis-i şerifler insanın kendi nef­sinden bu habis ağacı sökme hususunda ciddiyet göstermesi­ne engel olmamalı, ruhu ve imanı yakan ateşten ve dinin afeti olan bu hasletten kurtarmaya mani olmamalıdır. Zira bu fasid maddenin, nefsi ayaklar altına alarak çeşitli fesad-ların önünü alması, hiç bir eserin vücuda gelmesine izin ver­memesi ve insanın imanını mahfuz kılması oldukça az görül­müştür.

 

Aynı zamanda diğer sahih hadisler de bu sıfatın imânı yi­yip bitirdiği, dinin afeti olduğu, Allah Teala'nm bu hasletin sahibinden beraat ettiği, kendisinin ondan, onun da kendi­sinden olmadığını bildirdiği yer almıştır.

Öyleyse insan, bu kadar büyük bir iş ve mühim bir fesad olan bu hasletten gaflet etmemeli ve ref hadisi (hasedin üm­metten kaldırıldığını bildiren hadis-i şerif-çev.) ile mağrur olmanialıdır.

Öyleyse sen oldukça ciddi ol. Ve onun dallarını koparma­ya çalış. Islah niyetinde ol. Ondan hiç bir eserin zahir olma­sına izin verme. O zaman kökleri gevşeyecek, büyüme ve terakkiden geri kalacaktır. Eğer ıslah ve riyazet esnasmda-birden ölüm gelip çatacak olursa ilahî rahmeti sana da şamil olacak ve geniş rahmeti ile Rasulullah'ın (sav) ruhaniyet nu­ruyla af ve bağışlanmaya mazhar olursun. Rahmaaiyet nu­ru, onun bakî kalmış olması muhtemel olan tüm eseıierini yakmakta ve nefsi temiz ve pak kılmaktadır. Ama Hamza b. Hamran'm naklettiği hadiste İmam Sadık (as) şöyle buyuru­yor: "Şu üç şeyden, Nebi de dahil hiç kimse kurtulmmamıştır. Yaratılışta vesveseye kapılmak.

Uğursuzluğa inanmak m ha-sed. Ama mümin hasedini kullanmaz.'*(*) Bu rivayette ya mübalağa edilmiştir ve maksad ona ibtilamn kesret ve çoklu­ğudur veya bu terkib, ibtila kesretinden kinaye olup maksud bizzat cümlenin mazmunu değildir ya da mecazen hasedin gıbtadan daha geniş bir anlam ifade ettiğini buyurmaktadır. Belki küffarın kendi batıl dinlerini yaymada kullandıkları nimetlerin zevalini istemeye de hased itlak edilmiş olabilir. Zira enbiya ve evliya, hakiki hasedden uzak ve beridirler. Ahlakî kötülük ve batınî pisliklere bulaşan bir kalb, ilahî il­ham ve vahye nail olamaz. Hak Teala'nın zati ve sıfata tecel­lilerine mazhar olamaz. Öyleyse bu hadis zikredildiği şekilde veya başka bir şekilde tevcih edilmelidir. Ya da ilmî kailine (sav) havale edilmelidir. "Evvelde ve sonda da hamd Allah'a mahsustur."

(*) Vesailuş-Şia, C. 11., Ebvabu Cihadi'n-Nefs, Babu Tahrimi'I-Ha-sed, 8. hadis.

 

11589 kere okunmuştur.

Yorum Ekle

Yazdır

YORUM LİSTESİ

KATEGORİDEKİ DİĞER HABERLER

n

05/02/2008 - 15:39 Nefs'le Cihad

n

05/02/2008 - 15:29 Riya

n

05/02/2008 - 15:20 Ucb

n

05/02/2008 - 15:10 Kibir

n

05/02/2008 - 15:03 Hased

n

05/02/2008 - 14:57 Dünya Sevgisi

n

05/02/2008 - 14:51 Gazab

n

05/02/2008 - 14:46 Asabiyet

n

05/02/2008 - 14:41 Münafıklık

n

05/02/2008 - 14:34 Nefsin Amel ve Hevası

n

05/02/2008 - 14:30 Fıtrat

n

05/02/2008 - 14:21 Düşünmek

n

05/02/2008 - 14:18 Tevekkül

n

05/02/2008 - 14:12 Havf ve Reca

n

05/02/2008 - 14:03 Müminlerin İmtihan Edilip Denenmesi

n

05/02/2008 - 13:54 Sabır

n

05/02/2008 - 13:49 Tevbe

n

05/02/2008 - 13:45 Allah'ı Zikretmek

n

05/02/2008 - 13:32 Gıybet

n

05/02/2008 - 13:23 İhlas

n

04/02/2008 - 15:10 Şükür

n

04/02/2008 - 15:08 Ölümden Hoşlanmamak

n

04/02/2008 - 15:05 İlim Talihleri

n

04/02/2008 - 15:03 İlmin Kısımları

n

04/02/2008 - 15:00 Şek ve Vesvese

n

04/02/2008 - 14:56 İlmin Fazileti

n

04/02/2008 - 14:48 İbadet ve Kalp Huzuru

n

04/02/2008 - 14:14 Kalbin Çeşitleri

n

04/02/2008 - 14:37 Likaullah (Allah ile Görüşme)

n

04/02/2008 - 14:24 Resulullah (s.a.v)'in Emirül Müminin Hz. Ali (a.s)'a Vasiyeti

n

04/02/2008 - 14:16 Allah, Resul'ü ve İmamların Hakikati Bilinemez

n

04/02/2008 - 14:12 Yakin

n

04/02/2008 - 14:05 Velayet ve Ameller

n

04/02/2008 - 14:00 Müminlerin Allah İndindeki Makamı

n

04/02/2008 - 13:56 Hakkın İsimlerinin Marifeti İle Cebir ve Tefviz Meselesi

n

04/02/2008 - 13:49 Hakkın Sıfatları

n

04/02/2008 - 13:46 Allah'ı, Resul'ü ve Ululemri Tanıma

n

04/02/2008 - 13:42 Adem'in Allah'ın Suretinde Yaratılışı

n

04/02/2008 - 13:32 Hayır ve Şer

n

04/02/2008 - 13:21 İhlas Suresi İle Hadid Suresi'nin İlk Ayetlerinin Tefsiri
 

YAZARLAR

ÇOK OKUNANLAR

Tasarım
  Tasarım : Networkbil.NET

Ana Sayfa  |   İletisim

@2008 kizildedem.com