İftar Lokması | Regaib kandil sohbet1 | MÜBAREK ÜÇ AYLAR | ERBAIN-40.GÜN NIYAZI | HZ HÜSEYIN CAN ASI | Muharrem sohbet 28 | Muharrem sohbet 27 | Muharrem sohbet 26 | Muharrem sohbet 25 | Muharrem sohbet 24 |

KATEGORİLER

ANKET

YORUMLANANLAR

 
 
 
Havf ve Reca
 
 
14. Hadis

05/02/2008

"Ravi diyor ki: "Hz. Sadık'tan (aleyhisselam)Lokman'ın vasiyetinin ne olduğunu sordum, dedi ki: "Onda hayret verici şeyler vardı, en hayret vericisi de oğluna şunları söylemesiy­di: "Allah'tan (azze ve celle), velev insanların ve cinlerin bü­tün ibadetlerini yerine getirsen bile sana azap edecekmiş gi­bi kork (havf) ve Allah'tan velev inanlann ve cinlerin bütün günahlarını işlemiş olsan bile sana merhamet edecekmiş gibi ümitvar ol. (reca) Hz. Sadık (as) daha sonra dedi ki: "Babam şöyle demişti: "Hiçbir inanmış kul yoktur ki kalbinde iki nur bulunmasın. Korku nuru ve ümit nuru. Öyle ki ikisi de tartılsa ne bu ona ağır basar ne de o buna." (*)

ŞERH

Bu hadis-i şerif korku (havf) ve ümitin (reca) her ikisinin de kâmil manada bulunması gereğine delalet eder ve rah­metten bütünüyle ye'se düşmek ile kötülükten bütünüyle kurtulmuş olduğunu düşünmenin yasak olduğunu bildirir. Bu konuyu birçok başka hadisler ve Kitab-ı Kerim de belirt­mektedir. Ayrıca ikisinden (havf ve recâdan) herhangi biri­nin diğerinin önüne geçmemesi de gereklidir. Ve biz inşaal-lah bu konuyu ve hadis-i şerifin işaret ettiği sair hususları birkaç bölüm halinde ele alacağız.

(*) Kafi,   C. 2.,  Kitabu'1-İman ve'1-Küfr, Babu'1-Havf ve4r-Recâ, 1. hadis.

1. bölüm

Arif İnsanın İki Bakışı Olduğuna Dair

Bü ki hakikatlerin arifi ve "mümkün olan" ile "vacip olan" (celle ve ala) arasındaki nisbeti bilen insanın iki bakışı var­dır.

 

Birincisi, kendinin ve kainattaki sair mümkünat'm zatî noksanlığa bakmak ve bu bakışta ilmen ve aynen, bütün mümkünat'ın noksanlık zilletinde bulunduklarını ve imkan, yoksulluk ve ihtiyaç batağına dalmış bir halde olduklarını, hiçbir şekilde kendilerinden herhangi bir şeye sahip olma­dıklarını, sırf noksanlık, düşüklük ve mutlak yetersizlik için­de olduklarını anlamasıdır ki belki bu ifadeler bile bu duru­mu anlatmak için yetersiz kalmakta ve başka bir şekilde ifade edememekten kaynaklanmaktadır. Zira yoksulluk ve ihti­yaç "şey olmak"ın (şey'iyyef'in) fer'idir ve bütün mümkünat ve yaratılmışlar kendinden herhangi bir şeye sahip değildir.

 

Dolayısıyla kişi bu bakışta velev rububiyetin mukaddes hu­zurunda her türlü ibadet, taat, avarif ve maarifi yerine getir­se bile, boyun büküldüğü, utanç, zillet ve korkudan başka birşey elde etmiş olamaz. Ne ibadet ve taatıymış bu? Kimden ve kim için? Bütün övünçler O'na doğrudur. O'na yöneliktir çünkü o "mümkün", O'nda herhangi bir tasarrufa sahip de­ğildir. Olsa olsa, ''mümkün'un tasarrufu Hakk'ın övgü ve se­nasının belirtilip açıklanması olabilir ki şimdi biz kalemin yularını çekip bu konuya dalmaktan sarfı nazar ediyoruz ve bu makam hakkında şöyle buyurulmuştur: Sana gelen her iyilik Allah'tandır, sana gelen her kötülük de kendi nefsin-dendir." (*) Nitekim birinci makam için şöyle buyurmuştur:

 

"De ki: "Hepsi Allah'tandır" (**) ve söz söyleme ehliyetine sahip birini bu makama ilişkin sözleri:

Yaratış kalemi için hata düşünülemez dedi pirimiz Aferin o hatalar örten pâk nazara

Pîrin sözü ikinci makama sözü aktaranın sözü ise birinci makama ilişkindir. Şu halde bu makamda inşam korku, hü­zün ve utanç çepeçevre sarar.

(*) Nisa Suresi, 79.

(**) Nisa Suresi, 78.

ikincisi de Vacip Olan'm kemaline ve O'nun rahmet, yar­dım ve lütfuna bakmakta-. Bunlara bakıldığında, havsalanın anlamayacağı kadar büyük olan bütün bu rahmetlerin eşi benzeri olmayan şeyler olduğu anlaşılır. O, kullarına hak

edemeyecekleri şekilde bütün lütuf ve bağış kapılarını aç­mıştır. O'nun nimetleri ezelî ve ebedîdir. Nitekim Hz. Seyyi-du's-Sâcidîn Zeynelâbidin (as) dua ve münacatında buna pek çok kez işaret buyurmuşlardır. Bu durumda kişinin recası güç kazanır ve Hakk'ın merhametinden ümitvar olur. Ke-remliliği sadece yardım ve rahmetinden ileri gelen kerim, bi­zim istememize gerek olmaksızın bize bütün akıllarını idra­kinden aciz kalacakları oranda bunca yardım ve inayetlerde bulunan ve masiyet ehlinin isyanlarının O'nun geniş memle­ketinde her hangi bir gedik açmadığı ve taat ehlinin taatlan-mn O'na her hangi bir ilavede bulunamadığı bir Malike'1-Mülûk'tur O.

O'nun insanları taat yollarına hidayet etmesi ve o Zat-ı akdes'in insanları isyandan menetmesi, sadece kendi kerîmane yardım ve rahmetini daha da genişletmek is­temesinden kaynaklanmakta ve bu yolla insanları kemalin makamına ve kamiliyet derecelerine ulaştırıp noksanlık, çir­kinlik ve şaşkınlıktan uzaklaştırmak istemektedir. Şu halde Onun izzet ve celal dergahına ve Onun rahmet ve inayet huzuruna vardığımızda şunları arzetmemiz icabeder.

Rabbimiz, Bize varlık giysisini giydirdin, müdriklerin id­rak edemeyeceği kadar geniş bir biçimde hayatımzı en güzel şekilde sürdürmemizi sağlayacak imkanlar bahşettin, bize bütün hidayet yollarını gösterdin, bütün bu inayetler sadece bizim içindir, bizim için açılmıştır bütün bu rahmet sofraları. Bizler şu anda ağır günahlarla yüklü olarak senin kerem di­yarına ve senin izzet ve saltanat huzuruna gelmiş bulunuyo­ruz. Ama günahkârların günahları senin düzenine herhangi bir halel getirici değil ve senin memleketinde herhangi bir gedik açıcı değildir.

Senin huzurunda bir avuç topraktan başka birşey olmayan şu varlığa ne edersin rahmet ve inayet etmekten başka?! Senin dergâhından rahmet umudundan başka birşey bekle­nir mi?

Şu halde insan her zaman bu iki nazar arasında gidip gelmelidir.Ne kendi kusur ve günahlarına göz yummalıdır ve ne de Hakkın (celle ceîaluhu) rahmetinden ve O'nun yardım, nimet ve lütuf genişliğinden umut kesmelidir.

2. bölüm

Havf ve Reca'nın Aşamalarına Dair

Ey aziz! Bil ki havf ve recanm kulların durumlarına ve marifet mertebelerine uygun aşama ve dereceleri vardır. Ni­tekim, halk geneli azaptan havf ettiği (korktuğu) gibi, havas­sın (seçkinlerin) korkusu kınanmaktan, ehass'ın (daha seç­kin olanların) korkusu da ihticac'tan (delil ileri sürmek­tendir. Ama biz şu anda bunları izah etmek konumunda de­ğiliz ve başka şeyleri izah etmeye çalışacağız.

 

 

Şu halde bil ki hiçbir yaratılmış, Hak Teala'ya hakkıyla ibadet edemez.Çünkü ibadet O Zat-ı Mukaddes'i yüceltmek­tir ve her ferdin yüceltmesi O'nun hakkında sahip olduğu marifetin bir fer'inden ibarettir. Ve kulların çabalamaları O'nun izzet, celal ve marifetine bihakkın erişecek bir durum­da olmadığından, O'nu bihakkın yüceltecek bir konuma eriş­meleri de mümkün değildir. Nitekim yaratılmışların en şe­reflisi ve varlıkların rububiyet makamını en iyi bilen bile noksanlığını itiraf etmiş ve şunları arzetmiştir: Sana hak­kıyla ibadet edemedik ve seni hakkıyla tanıyamadık." (*)

(*) Birinci ifade Sahife-i Seccâdiye'de, 3. Dua'da, meleklerin dilinden aktarılmıştır.

 

Ve ikinci ifade, birincisinin gerekçesi durumundadır. Ve dedi ki: "Sen kendin, kendini yüceltip ululadığın gibisin." (*)

 

(*) Bkz. Mu'cem-i Ehâdis-i Nebevi, c. 1., s 304.

Şu halde Hak (celle celaluhu) yegane en yüce varlıktır ve kullar o Zat-ı Mukaddes'i yeterince yüceltip O'na tam anla­mıyla ibadet edecek durumda olmadıklarından, hiçbir kul Hakk'm marifet ve Ubudeyyit'i olmaksızın kemal makamına erişemez. Bu, işin erbabı olanlarca gayet belirgin bir husus­tur ama halk geneli bu durumdan gafildir. Hak Teala kendi kapsamlı lütfü ve geniş rahmetiyle kulların yüzüne gaybî ta­limat, vahiy ve ilham yoluyla bir rahmet ve inayet kapısı aralamıştır ki bu kapı, ibadet ve marifet kapısıdır. Kendi ibadet yollarını kullarına öğretmiş ve önlerine marifet kapı­ları açmıştır ki kendi yetersizliklerini olabildiğince telafi edebilsinler, kemale erişmeye çalışsınlar, kulluk nurundan feyiz alıp hidayete erişsinler ve Hakk'm kerem diyarına, ruh ve reyhan ve cennet-i naim'e ve hatta Allah'ın en yüce razısı­na kavuşsunlar.

O halde ibadet ve ubudiyet kapısının açılması bütün kul­ların şükranla karşılaması gereken büyük nimetlerden biri­dir ve bu nimetin şükrünü eda etmeye kimsenin gücü yet­mez. Aksine, her şükür, kulların şükründen aciz oldukları yeni bir kerem ve lütuf kapısı durumundadır. Şu halde kişi bu meşrebe aşinalık kazanıp kalbi bu durumdan haberdar olduğu oranda kendi yetersizliğinin bilincine erişir ve velev bütün ins ve cinnin ibadetlerinin tümünü tek başına eda etse bile yine de korku ve yetersizlik yükünü sırtından atamaya­cağını anlar. Ve Hakk'm arif kullan ve O'nun has velileri yüzlerine kader sırrından bir kapı açılmış olmasına ve gönül­leri marifet nuruyla aydınlanmış olmasına rağmen kalpleri öylesine büyük bir korkuyla titrer ki velev bütün kemalatı elde etseler, bütün marifet anahtarları ellerine verilse ve gö­nülleri ilahi tecellilerle dolup tassa da korkularının zerresi bile eksilmez ve titremeleri hiçbir şekilde hafiflemez. Nite­kim onlardan biri şöyle demiştir: "Herkes işin sonundan korkar, bense başlangıcından."

"Subhanallah ve lâ havle ve lâ quvvete illâ billâh*

Allah Teala'ya sığınırım. Allah biliyor ki, insanın kalbi bu kelam karşısında parça parça olmalı, gönlü korkudan erimeli ve çöllere kaçmalıdır. İnsan ne kadar da gafildir.

Diğer bir husus da daha önce başka bir hadisin şerhinde de ifade ettiğimiz gibi bütün taat ve ibadetlerimizin kendi ih­tiyaçlarımızı tatmine yönelik olması ve bizi harekete geçiren şeyin nefis sevgisi olmasıdır. Oysa ki asıl zühd ahiret için ol­malıdır, ama bizim zühdümüz dünya içindir.

Hasılı velev ins ve cinni bütün ibadetlerini tek başımıza eda etsek bile rububiyet dergahının bize bağışladığının dışın­da herhangi bir istihkak elde edemeyiz. Hak Tebarek ve Tea-la bizi kendine yakın bir makama çağırmış "Seni kendim için yarattım" (*) buyurmuş, yaradılışın maksadını ilahi ma­rifete erişmek olarak belirlemiş ve bize marifet yollarını kul­luk yolunu göstermiştir ama bizler bütün bunlara rağmen karın ve fercimizi tatmin etmenin dışında hiçbirşeyin peşin­de değiliz ve bencilliğin dışında herhangi bir maksat gütme-mekteyiz.

 

(*) Feyz, İlmel-Yakîn, C. 1., s. 381.

Şu halde ey biçâre insan! Eğer taat ve ibadetlerin bile se­ni rububiyet makamından uzaklaştırıp kınanıp sorgulanma­na yol açıyorsa, o halde güvendiğin şey nedir? Niçin Allah korkusu seni huzursuz etmemekte ve yüreğini kanatmamaktadır? Başka bir dayanağın var mı? Kendi amellerine güveni­yor musun acaba?

Eğer öyleyse eyvanlar olsun senin haline! Ama eğer Hakk'ın fazıl ve keremine, rahmete yönelik recâya (umud'a) ve Zat-ı Mukaddes'in inayetinin kapsamlılığına itimad edi­yorsan, evet gerçekten de yerinde ve dosdoğru birşeye güven­mişsin ve uygun bir melce'e sığınmışsın demektir.

Allah'ım! Yarabbi, bizler yetersiz insanlarız, kendimiz de biliyoruz ki önemsiz ve naçiz kişileriz ve senin dergahına la­yık değiliz. Baştan ayağa noksan ve ayıplıyız, batın ve zahi­rimiz masiyet kirleriyle örtülüdür. Biz kimiz ki seni yüceltip ululamaya kalkışalım? Velilerin bile "Bu işe yaramaz dilim­le mi sana şükredeyim?" (*) demiş ve acz, zaaf ve yeterizlik-lerini ilan etmişlerken biz masiyet ehli sana ne diyelim? Di­yebileceğimiz tek şey senin rahmetinin genişliğini rica ettiği-mizdir, umut ve dayanağımızın senin fazî ve mağfiretin oldu­ğunu belirtmemizdir. Nitekim senin velilerin de bunu ifade etmişlerdir:

(*) Ebu Hamza'nm duası.

Hz. Bakır (as) dedi: "Allah'ın rasulü (sav) dedi ki: "Allah Tebarek ve Teala şöyle buyurdu: "Amel edenler benim seva­bım için ettikleri amellere güvenmesinler. Onlar bütün ömür­leri boyunca olanca gayretleriyle bana ibadet etseler bile yine de kusurdan kurtulmuş olamazlar ve bu amelleriyle benden istediklerine, cennetlerimdeki kerem, ve lüiuflarıma ve katım­daki yüce mertebelere erişemezler. Şu halde benim rahmeti­me bel bağlasınlar, benim fazlımdan ümitvar olsunlar ve be­nimle ilgili olarak hüsnüzan beslesinler ki rahmetim onlara erişsin, ihsanım onları rızama ulaştırsın ve bağışlayıcılığım üstlerini bağışlamamla örtsün, işte o, Rahman ve Rahim olan Allah benim ve bu isimle anılırım." (*)

Rivayete göre Hak Teala kıyamet günü rahmetini öylesi­ne yayacaktır ki şeytan bile Hakkın bağışlamasına tamah edecektir. Bu dünyada rahmetinden pek az bir kısmını tecel­li ettirdiği halde, rahmeti herkesi ve herşeyi çepeçevre ku­şattığına göre Allah Tebarek ve Teala o rahmet ve lütuf diya­rında neler yapacaktır acaba? Şeytanın bile tamah edebilece­ği genişlikte bir lütuf ve rahmet.

Şu halde Hak Teala'yla ilgili hüsnü zannını mükemmel-leştir ve O'nun fazlına güven: "Allah bütün günahları bağış­lar." (**) Allah Teala bütün günahları bağışlar ve tümünü kendi lütuf ve rahmet deryasına garkeder. Hakk'm vaadinde hilaf hiçbir şekilde mümkün değildir, ama vaade layık olup olmama sözkonusudur. Şu halde O'nun kamil rahmetinden gönül hoşnutluğu duy, eğer Hakk'm rahmeti sana erişme-seydi var olman bile mümkün olamazdı, mahluk olamazdın ve her mahluk (yaratılmış) merhum'dur (rahmet edilmiştir). "Rahmeti her şeyi kuşatmıştır..." (***)

 

(*) Kafi, C. 2,, Kitabu'i-İman ve'1-Küfr, Bab Husn ez-Zamıi Bilîâh, 1.

hadis.

(**) Zumer Suresi, 53.

(*"*) A'raf Suresi, 156.

3. bölüm

Reca İle Gurur Arasındaki Farka Dair

Ama ey aziz! Reca ile gururu birbirinden ayırmada dik­katli davran. Gurur ehli olmana rağmen kendini reca ehli sanabilirsin. Bunları birbirinden ayırmak ise başlangıç nok­tasında kolay ve mümkündür. Acaba sende meydana gelen bu durum Hakk'm emirlerini önemsememen ve Hakk'ı ve O'nun emirlerini küçümsümenden mi kaynaklanmıştır yoksa o Zat-ı Mukaddes'in rahmet ve azametine olan itikadından mı? Eğer bunu ayırmak zor gelirse, sahip olunan durumun meydana çıkardığı etkilere bakarak bir ayrıma gidilebilir. Gönülde Hakk'ın azameti yer etmişse eğer kalb o Zat-ı Mu­kaddes'in rahmet ve ihsanının kapsamlılığma iman etmiş ise itaat ve ubudiyete yönelir, o doğrultuda hareket eder, çünkü Azim'in ve Nimat Bahşedici'nin ululanması ve O'na kulluk edilmesi fıtrî bir durumdur ve yokluğunun düşünülmesi söz-konusu değildir. Şu halde eğer kuluk görevlerini ifa etmede ve taat ve ubudiyette ciddi davranıyor, amellerine çok güven­miyor, onları birşey saymıyorsan ve Hakk'm rahmetine umut bağlayıp yaptıklarından ötürü her türlü kınamaya müstehak olduğunu kabul ediyorsan,bu durumda reca maka­mına sahipsin demektir. Allah Tebarek ve Teala'ya şükret ve O'ndan bu durumu kalbinde sağlamlaştırmasını ve sana da­ha yüce bir makam ihsan etmesini niyaz et. Ve eğer, Allah göstermesin, Hakk'ın emirlerini önemsemez bir haldeysen ve Zat-ı Mukaddes'in buyruklarını değersiz şeyler hükmünde görüyorsan, bil ki bu durum kalbinde yer etmiş gururdur ve şeytan ile nefs-i emmarenin tuzaklarında biridir. Eğer Hakk'm rahmet ve azametine imanın varsa, bu imanı sende etkileri görülür. Amelleri iddialarda ters düşen kişi kendi kendini yalanlar durumdadır. Bunun muteber hadislerde pek çok dayanağı mevcuttur:

."Ravi der ki: "Hz. Sadık aleyhisselam'a dedim ki: "Halk­tan bir bölümü masiyetler işledikleri halde "biz ümidvarız (reca ehliyiz) diyor ve bu durumlarını ölünceye değin sürdü­rüyorlar." Buyurdu ki: "Onlar yersiz arzuların peşine düşmüş kimselerdir. Dedikleri yalandan ibarettir. Recâ ehli de­ğillerdir. Birşeyi umup dileyen kişi, onu elde etmek için gay­ret eder, birşeyden korkan kişi de o şeyden kaçınıp firar eder."(*)

Kafî-i Şerifte bu anlama delalet eden başka bir rivayet daha mevcuttur:

Ravi der ki: "Hz. Sadık aleyhisselam'ın şöyle buyurduğu­nu duydum: "Mü'min kişi inanmış olamaz hem korku (havf) ve hem de ümit (recâ) içinde olmadıkça ve korku ile ümit içinde olamaz korku ve ümidin gereğini yerine getirmedik­çe." (**)

(*) Kafî C. 2., Kitabu'1-İman ve'1-Kufr, Babu'1-Havf ve'r-Recâ. 5. ha­dis,

(**) Kafî C. 2., Kitabu'1-İman ve'1-Kufr, Babu'1-Havf ve'r-Recâ, 11. hadis.

Kimileri demiştir ki, amel etmediği halde beklenti ve reca sahibi olanın durumu, etkenleri devreye sokmadığı halde et­ki bekleyip uman kişinin durumuna benzer. Veya, tohum ek­mediği ya da toprağı koruyup gözetmediği,sulamadığı ve en-geleri ortadan kaldırmaya çalışmadığı halde ürün bekleyen çiftçiye.. Buna, recâ sahibidir denilemez. Olsa olsa ahmak ve budala biridir bu.

 

Ahlak ıslahına yönelmediği ve masiyetlerden sakınmadı­ğı halde amel eden kişinin durumu da tarlaya tohum ekenin durumuna benzer. Elbette ki böyle bir ziraattan hiçbir netice alınamaz. Şu halde istenen ve arzulana reca, kişinin Hak Te-ala tarafından kendisine bağışlanan bütün imkan ve tasar­rufları devreye sokarak masiyetten uzaklaşmaya ve hidayete yönelmeye çalışmasıyla mümkündür. Ancak böyle olduğu za­man kişi Hak Teala'nın inayet ve ihsanına mazhar olabilir.

O halde eğer kul gönül tarlasını fasit ahlak dikenlerinden ve masiyet taşlarından arındırıp amel tohumlarını eker ve bu tohumları halis yararlı ilim ve iman suyuyla sular ve ken­dini beğenmişlik, riya ve benzeri zararlı otları bu tarladan uzak tutmaya gayret ettikten sonra Hak Teala'nın inayet ve ihsanını niyaz ederse gerçek ve uygun recâyı gerçekleştirmiş olur. Nitekim Hak Teala şöyle buyurmaktadır:

"Onlar ki inandılar, hicret ettiler. Allah yolunda cihad et­tiler, işte onlardır Allah'ın rahmetini umanlar (recâ eden­ler)." (*)

 

(*) Bakara Suresi, 218.

4. bölüm

Havf ve Recâ'mn Yekdiğerine Denk Olması Gerektiğine Dair

Bu hadis-i şerifin devamında, havf ve recanın birbirinden üstün tutulmaması ve yekdiğerine denk olması gerektiği zik­redilmiştir. Nitekim Hz. Sadık (as) İbn Ebi Umeyr'e bu duru­mu bildirmiştir. İnsan yetersizliğini idrak edip ubudiyete yö­neldiğinde ve ahiret yolunun çetinliğini düşündüğünde bü­yük bir havfa (korkuya) sürüklenir. Ve günahlarını düşünüp kendisinden önce günahları ve imansızlıklanyla göçüp giden, önceki durumları hoş ama sonraki durumları kötünün uç noktasıyla neticelenen kişilerin halini değerlendirdiğinde korkusu daha da şiddetlenir.

Kafi'de Hz. Sadıktan (aleyhisselam) şöyle bir hadis nak­ledilmektedir:

Hz. Sadık (as) buyuruyor ki: "Mü'min, iki korku arasında­dır. İşlenmiş günah, ki Allah'ın ona ne tür bir karşılık vere­ceğini bilmez ve geriye kalmış ömür, ki onda da ne tür hareketlerde bulunacağını bilmez. Bu nedenle de korkuyla yatıp kalkar ve onu korkudan başka birşey ıslah etmez." (*)

 

(*) Kafi, Kitabu'1-İman ve'1-Küfr, Bab el-Havf ve'r-Recâ, 12. hadis.

Kafi'de Hz. Sadık'tan (as) nakledilen hadiste yer alan Re-sul-i Ekrem'in (sav) hutbesi de bu manaya delalet etmekte­dir. İnsan daima nihai derecede noksanlık ve kusur içinde, Hak ise daima nihaî derecede mükemmellik, yücelik, bağış-layıcıhk ve ihsan konumundadır ve kul bu iki durum arasın­da her zaman için hem korku (havf) ve hem de umut (recâ) mertebesindedir. Ve sâlikin kalbinde hem esmâ-i celâliyye ve cemâliyye birbirine denk bir şekilde tecelli ettikleri için, havf ve recâ birbirine denk durur, biri öbürüne ağır basmaz.

Kimileri de demiş ki kimi zamanlar havf (korku) insan için daha yaraarlıdır, sağlık ve esenlik zamanları gibi. Bu durumda korku insanı salih amele ve kemale sürükler, kimi zamanlar da recâ (ümit) daha yararlıdır. Ölüm belirtilerini ortaya çıktığı zamanlar gibi. Bu durumda umut insanın Hak Teala'ya daha münasib bir şekilde muhatab olmasını sağlar. Ama bu yorum, daha önce söylenenlere ve zikredilen hadisle­re uygun düşmemektedir. Çünkü mahbûbun recası (umudu) onu salih amele ve ahirete kazanmaya sürükler ve Hak'tan korku duyma da her zaman tatlıdır ve umuda ters düşme­mektedir.

Kimileri de demiş ki, havf, ahiret yurdunda nefsanî fazi­letler ve akli kemallerden biri değildir. Sadece dünyada ve amel durumunda yararlıdır, Çünkü bu durumda ibadetlerin yerine getirilmesini ve masiyetlerin terkedilmesini sağla­maktadır. ama dünyadan ayrıldıktan sonra herhangi bir ya­rar sağlamaz. Oysa reca (umut) dünyadan ayrıldıktan sonra ahirette de bakîdir. Çünkü kul Allah'ın rahmetine ne kadar nail olsa Hakkın fazlına olan iştiyakı o oranda artar. Zira ki Hakk'ın rahmet hazineleri bitimsizdir. Şu halde havf geçici, reca ise kalıcıdır.

Muhakkik muhaddis Meclisi (rahimehul.lah) buyuruyor ki: Hak olan şudur ki madem ki kul halihazırda dünyada ve dar-ı teklifte bulunmaktadır, şu halde onun için hem havf ve hem de recâ vazgeçilmez şeylerdir. Ama ahiret diyarına inti­kal ettikten sonra herhalde bunlardan biri diğerine üstün bir konuma yükselecektir.

Ben ise diyorum ki: Ahiret aleminde havf ve recanın du­rumuyla ilgili olarak söylenen bu sözler reca ile ilgili zikret­tiğimiz şeylere uygun düşmemektedir. Ve velev bu söylenen­ler doğru bile olsa bu havf ve recalan sevap mükafata yöne­lik olan kimseler için geçerli olabilir.

Oysa havas ve evliyanın durumu bundan çok farklıdır, zi­ra azamet ve celalin müşahede edilmesi ve lütuf ve cemal isimlerini kalpte tecelli etmesiyle ortaya çıkan havf ve recâ, ahiret durumunun muayenesiyle ortadan kalkmaz ve yekdi­ğerine galebe çalmaz. Tersine ahiret aleminde celal ve aza­metin eserleri ve cemal ve lütfün tecellileri daha fazladır ve Hakk'ın azametinden kaynaklanan havf, ruhanî lezzetlerden biridir ve bu: iyi bil ki Allah'ın velilerine (sevdiklerine, dost­larına) korku yoktur ve onlar mahzun olmayacaklardır" (*) ayet-i kerimesine de ters düşmemektedir. Düşünüldüğünde bunun böyle olduğu görülür. Yukarıda görüşü aktarılan kişi­nin de belirttiği gibi korku, nefsanî faziletlerden değildir ve korku celal ve azametten değildir. Çünkü O kemaldir, mü­kemmellerin mükemmelidir. Ve'lm-hamdu lilahi alâ cemâlihi ve celâlihi ve's-salâtu ala muhammedin ve âlihi.

(*) Yunus Suresi, 62.

Hazırlayan: ruhullah.com

 

11636 kere okunmuştur.

Yorum Ekle

Yazdır

YORUM LİSTESİ

KATEGORİDEKİ DİĞER HABERLER

n

05/02/2008 - 15:39 Nefs'le Cihad

n

05/02/2008 - 15:29 Riya

n

05/02/2008 - 15:20 Ucb

n

05/02/2008 - 15:10 Kibir

n

05/02/2008 - 15:03 Hased

n

05/02/2008 - 14:57 Dünya Sevgisi

n

05/02/2008 - 14:51 Gazab

n

05/02/2008 - 14:46 Asabiyet

n

05/02/2008 - 14:41 Münafıklık

n

05/02/2008 - 14:34 Nefsin Amel ve Hevası

n

05/02/2008 - 14:30 Fıtrat

n

05/02/2008 - 14:21 Düşünmek

n

05/02/2008 - 14:18 Tevekkül

n

05/02/2008 - 14:12 Havf ve Reca

n

05/02/2008 - 14:03 Müminlerin İmtihan Edilip Denenmesi

n

05/02/2008 - 13:54 Sabır

n

05/02/2008 - 13:49 Tevbe

n

05/02/2008 - 13:45 Allah'ı Zikretmek

n

05/02/2008 - 13:32 Gıybet

n

05/02/2008 - 13:23 İhlas

n

04/02/2008 - 15:10 Şükür

n

04/02/2008 - 15:08 Ölümden Hoşlanmamak

n

04/02/2008 - 15:05 İlim Talihleri

n

04/02/2008 - 15:03 İlmin Kısımları

n

04/02/2008 - 15:00 Şek ve Vesvese

n

04/02/2008 - 14:56 İlmin Fazileti

n

04/02/2008 - 14:48 İbadet ve Kalp Huzuru

n

04/02/2008 - 14:14 Kalbin Çeşitleri

n

04/02/2008 - 14:37 Likaullah (Allah ile Görüşme)

n

04/02/2008 - 14:24 Resulullah (s.a.v)'in Emirül Müminin Hz. Ali (a.s)'a Vasiyeti

n

04/02/2008 - 14:16 Allah, Resul'ü ve İmamların Hakikati Bilinemez

n

04/02/2008 - 14:12 Yakin

n

04/02/2008 - 14:05 Velayet ve Ameller

n

04/02/2008 - 14:00 Müminlerin Allah İndindeki Makamı

n

04/02/2008 - 13:56 Hakkın İsimlerinin Marifeti İle Cebir ve Tefviz Meselesi

n

04/02/2008 - 13:49 Hakkın Sıfatları

n

04/02/2008 - 13:46 Allah'ı, Resul'ü ve Ululemri Tanıma

n

04/02/2008 - 13:42 Adem'in Allah'ın Suretinde Yaratılışı

n

04/02/2008 - 13:32 Hayır ve Şer

n

04/02/2008 - 13:21 İhlas Suresi İle Hadid Suresi'nin İlk Ayetlerinin Tefsiri
 

YAZARLAR

ÇOK OKUNANLAR

Tasarım
  Tasarım : Networkbil.NET

Ana Sayfa  |   İletisim

@2008 kizildedem.com